Bülent Okutan
13 Haziran 2009
(Babalar günü anısına)
O gün o komşunun arka bahçeye bakan camını ben kırmamıştım biliyormusun? Karşı apartmanda oturan astsubayın oğlu, şişko Necmi’ydi taşı atan. Ama Salih amca pencereye çıktığında hepsi kaçmış, ortada bir ben kalakalmıştım.
Suçlu değildim ki kaçayım. Bana sallanan öfkeli ikaz parmağını da hesaba almamıştım. Aksatmadığın her akşam yemeğine gelişin gözlemlenmiş, jurnallenmiştim dünyadan bir haber.
Bana atacağın dayağın acısı çoktan annemin yüreğine hançer olup saplanmıştı. Sofrayı kurarken devrilen tuzluk, elinden düşen çatallar titreyen elleri bu yüzdendi hep. Gözleri dolu doluydu. Yenmemiş bir tokadın acısı erken vurmuştu onu.
Yemeğin bitimine kadar kilitlendi kaldı annemin hüzünlü o güzel gözleri yüzüme. Ama gerçekten masum olan yüzüme.
Sonra karşına alıp beni sorgulamaya başladın. İtirafçı değildim paçayı kurtarmak için suçu üstleneyim, gemileri yakayım. Ben kırmadım o camı dedim. İnanmadın. Yemin ettim daha da öfkelendin.
Bir daha yapmama öğretisiyle, yanlış bir terbiye yöntemi adına şamarlarını yüzüme yapıştırdın. Hani o hısımlarının benim ki ile özdeşleştirip, ‘eli ayağı aynı babası gibi’ dediği güzel ellerinle.
Canım yanmıştı. Yüzüm utançtan değil acıdan kızarmıştı. Ama senin oğlundum. Gururluydum ve dürüsttüm. Ağlarsam namert olurdum ve aciz. Kirpiklerim ile göz yaşlarımın savaşıydı artık bundan sonrası. O yaşlar akmak isteyecek, minik yüreğim,gururum buna asla izin vermeyecekti.
Öyle de oldu.
Odadan çıkarken son bir bakış fırlatmıştın bana. Sözüm ona öfkeli. Gözlerimiz çakışmıştı. Asıl öfke benim bakışlarımda saklıydı oysa, seninkilerde saklı olan pişmanlıktı, biliyordum, okumuştum.
Aylar sürmüştü büyük ama, çocukça küskünlüğümüz. Sonra bir gün sen çocuklaşıp, ben büyümüş o kötü günü aşıp unutup, barışmıştık babam.
Yıllar sonra da ömrünün son günlerini geçirdiğin Çeşme’de şaka ile karışık o sayfayı yeniden açmıştık. Bu kez ben kaşlarımı çatmıştım, şaka ile karışık, en sevecen ruh halimle, babacan yüzüne bakıp.
O gün o dayağı hakketmediğimi söylemiştim. Eski defterleri karıştıran Yahudiler misali.
Biliyormusun yüzünün aldığı şekil neredeyse kırk yıl önce o odadan çıkarken ki pişmanlıkla aynıydı.
Yerimden doğrulmuş, sana sarılmış, oturduğun şezlongda uzanıp sarılarak seni öpmüştüm. Bu kez kirpikleri ile göz yaşları savaşan ne yazık ki sendin. Yanaklarından aşağı yuvarlanan iki damla, kor olup ciğerlerimi yakmıştı umarsızca.
O seni son görüşümdü babacığım.
Ağlama benim babam, ağlama naçar babam diyemedim o gün sana. Diyemezdim ki zaten.
Koca Çınarım, efsanem benim.
Ve şimdi yoksun.
Kazancı Bedih’in dediği gibi bırakıp gettin bu devranı.
Ne olurdu hala yaşasaydın da, ben mahallede ki tüm camları, çerçeveleri indirip, her gün senden sözüm ona, adı tokat olan o bir yumuşacık şamarı yeseydim.
Seni çok seviyor ve özlüyorum, Nuri Okutan.
Ruhun şad, toprağın bol ve Babalar günün kutlu olsun…
Yasal Uyarı: Yayınlanan haberin tüm hakları URFAHIZMET.COM’a aittir. Kaynak gösterilse dahi haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın