Bülent Okutan
9 Ocak 2007
Yüreklerimize kor ateş gibi düşüp yakan Yalova depremini hatırlarsınız. Hafızalarımıza o depremden kazınan bir cümle vardı. Hani şu turuncu tulumlu AKUT’ların yerle bir olmuş beton yığınlarında, karanlık boşluklara fener tutup haykırmaları ; “ Kimse var mı orada?” O cümle bana deprem öncesinden beri de hep bir şeyleri çağrıştırırdı. Depremin ardından ve o süreçte bunu daha sıkça duymamla birlikte çağrıştırdığı şeylerle daha da bir örtüştü. şu yaşadığımız ülkeye şöyle bir bakın. Ama belli bir çerçeveden değil, kocaman geniş bir objektiften. Yıllar yılı her alanda ne kadar kısır bir döngü içinde yürümüş her şey. Elli yıl boyunca ülkeyi yönetenler olmuş ama hiçbir şey dememişler. Bu konuşmadıkları anlamına gelmiyor. Konuşup da bir şey söylememiş bunlar. Politika aslında bir yerde güzel konuşma, hitabet, kitleleri etkileme sanatıdır. Ama bizdekiler nasıl beceriyorlarsa, bu işi konuşup da bir şey söylemeden götürmüşler ve halada götürüyorlar. Zaten birileri bir şey söylemeye kalkınca da, ya nabızları yüksek atıyor! ve ruhlarına El-Fatiha deyip yolculuyoruz, ya da bir poşete temiz iç çamaşırı ile içiyorlarsa birkaç paket sigara bırakıp dama koyuyoruz. Bu neden kaynaklanıyor bana göre biliyormusunuz? Çok azımız bu işleri yapıyor da ondan. Yani konuşan, kendini ortaya koyan, alternatif olan, sunan, sunulmasını isteyen bir toplum değiliz. TV’ler de din ile ilgili bir tartışma mı olacak. Ya beyaz hoca simsiyah çerçeveli gözlüklerinin ardından, şehla gözleri ile yorum yapacak, ya da kıvır kıvır saçları ensesini aşan, Yaşar Nuri hoca. Emine Beder yemek tarifi üretecek, Muzaffer Kuşhan onları yerseniz nasıl zayıflayacağınızı anlatacak. Sosyal yaşamın ölçütü ise Asuman Krause ile Tuğba Özay’ın hangi playboylarla nerede nasıl kaçamak yaptıkları. Ha bir de iki medyum, ki biri özürlü, ekranda dillerini dişlerinin arasına sıkıştırıp birbirlerini yumruklarsa bizim dar alandaki paslaşmalı yaşamımızın yansıması tamam demektir. Politikayı ise hiç sormayın. Demin dedim ya. En alternatifsiz korner köşemiz orası. Yok işte çıkmıyor bu memleketten siyasetçi. Çıkanlar ise yılları onar onar ceplerine koyup bir şeyleri bir yerlere kadar götürmeye çalışıyorlar. Sonrası ise ıhtiras meltemleri. Eeee sen kalkıp ta bu ülkede eğitim yaşamı boyunca çocuklara, geleceğin büyükleri çocuklara en luzümsuz şeyleri öğretmeye devam edersen olacağı bu. Yani kısır döngü. Bana ne içinde bilmem kaç musluğun, saniyede bilmem kaç metreküp su akıttığı havuzlardan. Bana ne Ali’nin ata binip binmeme kararsızlığından, yada Oya’nın çember çevirip çevirmemesinden. Hadi onlar neyse de solucanın kaç boğumlu olduğundan. Hayatım boyunca gördüğüm (ki ancak birkaç defa görmüşümdür) hiçbir solucanı elime alıp, bize öğretilenler doğrumu, yanlışmıydı diye boğumlarını saymadım. Saymamda. Sayarım diyen beri gelsin. Sonuçta solucan ağbi ya! Bu günün gelişmişlerinin ataları Romalılara, Bizanslılara bakıyorsun. Bilmem kaç yüz yıl önce adamlar giydikleri bembeyaz çarşafların içinde Siyaset, Felsefe, Bilim eğitimi vermişler. En büyükler o tarihlerde çıkmış ve hala büyükler, hala söylemleri geçerli. Bir de bize bakıyorsun. Çağ uzay çağı.Üç-beş kişinin kendi alanında sözde uzmanlığı, ustalığı, burnumuz sıkılıp, ağzımız açtırılarak bir şeyler hala bize yutturulmaya çalışılıyor. Yapmayın yeter artık yahu. Yutuyormuyuz ki? Ben yutmuyorum arkadaş. Bir yerlerde bazı yeni cevherler var. Ve el fenerini karanlığa tutup sesleniyorum ; “Kimse var mı orada?”