Cüneyt Gökçe
31 Ağustos 2007
2007 yılına Kurban Bayramıyla birlikte “merhaba” dedik. Güzel bir başlangıç oldu, Dayanışmamızı gözden geçirerek eksiklerimizi tamamlama fırsatı bulduk. Unuttuğumuz fakir, miskin, kimsesiz ve muhtaçları hatırlamaya; onlarla kaynaşmaya çalıştık. Onları üzmeden ve rencide etmeden yardım elimizi onlara ulaştırmaya gayret ettik.
Çoğu ibadetimizi tanzimde kullandığımız yepyeni bir hicri yıl, bizi 20 Ocakta selamladı. Envanterimizi gözden geçirdik. Stoklarımızı kontrol ettik. Neler yapabileceğimizi bir daha düşünerek insanlığa yararlı hizmetlerin planlamasını yaptık. Kulluk bilincimizi güncelleştirerek yepyeni bir dizayn ve formatla işe sarıldık.
Yeni gelen güzel yıl, beraberinde bir takım ibretlik olaylar da hatırlattı. Nitekim 29 Ocakta yeniden içimiz kan ağlayarak Kerbela şehitlerini andık. O gün geleneksel aşure aşımızla onların ruhunu şad etmeye; onlara layık olmaya gayret ettik.
Evet, Hz. Hüseyin’i unutmak mümkün müydü? O gün derin bir muhasebe yaptık. Hikmetini anlamasak da, o anlamsız ve zulüm dolu muharebeyi hatırlarken Hz. Hüseyin’i şehit edenlerin hangi yüzle dedesinden medet umacaklarını -istemeden olsa- düşünmeye başladık. Onlara olan bağlılığımızı bir kez daha güncelledik.
30 Martta bizi onurlandıran Mevlid-i Nebevi ile bir parça teselli bulduk. O’nun doğumuyla birlikte dünyanın elde ettiği huzuru ve kimsesizlerin duyduğu gururu bir defa daha hatırlayıp O’na ümmet olduğumuzdan dolayı şükrümüzü tazeledik. O’na layık bir fert olamadığımızın farkındaydık ancak O’nun engin hoşgörüsünden de haberdardık. Bu bizim için önemli bir dayanak oldu. En azından söz ve biatimizi mahcubiyet içinde de olsa yineledik. Çünkü O’nun getirdiği din “ümitsiz” olmayı kesin bir dil ile yasaklamıştı. Bu yüzden ümitsiz olamazdık. Hatta yalnız hicri takvime göre değil; miladi takvimi de fırsat bilerek 20-26 Nisan tarihleri arasında da O’nu anlamaya ve yaşamaya çalıştık.
Bir de baktık ki, 16 Temmuz günü üç ayların ilki olan Receb-i şerif bize kucak açtı; üç gün sonraki regaibi bizlere hatırlattı. Dolayısıyla 19 Temmuzda kandiller zincirinin ilk halkasında prova yaptık. Dua ve yakarışlarımız semavat ve arzı çınlattı. Gözyaşlarımız sel olup aktı. Kendimize, yakın çevremize, çoluk-çocuğumuza ve mazlum ümmete bolca dua ettik. Yeni başlayan manevi mevsimin bütün ümmete güzellikler getirmesini diledik. Yüce Allah’ın şanlı dergâhına ellerimizi açtık ve boş dönmeyeceğine inandık.
Dualarımız sadece bizim için değildi; çünkü biliyorduk ki, kendimiz için isteyeceğimizi kardeşimiz için de istemek durumundayız. Bu yüzden her zaman olduğu gibi, gençlerimize hayırlı kısmetler, evlenmiş kardeşlerimizi sonsuz mutluluklar, borçlu kardeşlerimize kolaylılar, hasta dostlarımıza şifalar ve öğrencilerimize de başarılar ihsan etmesi için Rabbimize yalvardık.
10 Ağustos Cuma günü iki bayramı birden idrak ettik. Hem Cumayı hem de Miraç Kandili ile aynı gün müşerref olduk. Bu da bize müminin miracını hatırlattı; bu yüzden ibadetlerimizi gözden geçirdik. Miracın hatırası olan namaz ibadetimizi göz önünde bulundurarak –deyim yerindeyse- Rabbimizle olan ilişkilerimizi kontrol edip eksiklerimizi tamamlaya ve O’nun rahmetine sığınmaya gayret ettik.
27 Ağustosta ise Berat doyasıya yaşadık. Berat gecesinin “berat”ımız olması için Yüce Allah’ın Dergâh-i izzetine sığınarak bildiğimiz bütün duaları sarf ettik. Genel tuttuğumuz duaların karşılıksız kalmayacağı inancıyla yakarışlarımızı gece boyu sürdürdük.
Bunca hazırlıktan sonra 12 Eylül günü yatsı namazını müteakiben ilk teravihimizi kılıp 13 Eylül günü Ramazan-ı şerife “merhaba” diyeceğiz. 8 Ekim günü, bin aydan hayırlı olan Kadir gecesiyle müşerref olduktan ve 12 Ekim günü başlayan Ramazan-ı şerif Bayramını idrak ettikten sonra, Kurban ile başlayan 2007 yılını yine 20 Aralıkta başlayacak olan Kurban ile uğurlayacağız.
Bütün bu sürece hazır mıyız; ne dersiniz!